Hikayelerim

Gökçe Neden Öldü – Bölüm 1

O gece çok eğlenmiştik. Arkadaşlarla birlikte Caddebostan’da Emperors Bar’a gitmiştik. Salim bizi gülmekten öldürdü. İçkiyi kaçırınca acayip komik oluyor.

Geceyi erken bitirdik. Kadıköy Metro İstasyonu’na geldik ama bizim muhabbet hala devam ediyor.

O gece Gökçe’de bir tuhaflık vardı. Bazen bize katılıp gülüyor, bazen derinlere bakıp sessizleşiyordu. Diğerleri farketmemişti ama ben onda bir gariplik olduğunu anlamıştım. Birkaç defa sordum ” Neyin Var? ” diye, ama ” Yok bir şey ” diyerek geçiştirdi.

Ben, Suna, Salim ve Pınar sürekli gülüyorduk. Ama Gökçe yine uzaklara dalıyordu.Aklından geçen bir şeyler vardı ama ne olduğunu anlamak imkansızdı.

Sonra bize döndü, şöyle bir baktı. Sanki veda eder gibiydi. O an göz göze geldik. Gözleriyle bana bir mesaj yolluyor gibiydi. Tabi ben alkolün de etkisiyle çok fazla odaklanamıyordum ona. Metronun durağa yaklaşırken çıkardığı sesle birlikte Gökçe birden ayağa kalktı, sağa sola baktı. Bir anda metronun geldiği yöne doğru fırladı. O an kendisini metronun önüne atacağını anlamıştım. Neredeyse aynı anda fırladık. Elini yakalamak üzereyken avuçlarımın arasından kayıp gitti.

Manzara çok kötüydü. Çığlıklar, bağırışlar, çağırışlar… Bizimkilerin haykırırcasına ağlamaları.. Bense metronun sarı çizgisinde donup kalmıştım. Olduğum yere çöktüm. ” Neden Gökçe neden ” diye sayıklıyordum kendi kendime.

Çok geçmeden polisler gelmişti. Beni ve arkadaşlarımı ifademizi almak için karakola davet ettiler. Ama Suna ve Pınar kendilerinde değildi. Onları hastaneye götürdüler. Salim zaten sarhoş olmuştu. Olayları tam idrak edemiyordu. Geriye bir tek ben kalıyordum. Zaten olayın en yakın tanığı da bendim.

Karakola gittik. Ama ben henüz kendime gelememiştim. Elimi yüzümü yıkadım, bahçeye çıkıp bi sigara içtim. Polisler bana bazı sorular sordu:

Polis: Merhumla tanışıyor muydunuz?
Ben: Evet, aynı üniversiteye gidiyorduk.
Polis: Son zamanlarda dikkatini çeken bir gariplik olmuş muydu?

O an duraksadım. Meğerse arkadaşımla hiç ilgilenmediğimi anladım. Çünkü Gökçe neredeyse son 1 aydır tuhaftı. Dersteyken telefonuna bir mesaj geliyor ve kalkıp gidiyordu. 1 hafta okula gelmiyordu. Geldiğinde de hasta olduğunu söylüyordu. 2 dersten devamsızlıktan kalmıştı. Diğerleri de tam sınırdaydı. Biz de herhalde ailevi sorunları var diye çok üstüne düşmemiştik. 1 haftalık aradan sonra dün okula gelmiş, kendisinin halini beğenmediğimiz için bugünü organize etmiştik.

Bütün bunları polise aynen anlattım. Ardından eve gittim.

Kendimi çok fazla sıkmışım sanırım ki, eve gelir gelmez hüngür hüngür ağlamaya başladım. Babam, annem ve abim, benim ağlama seslerimi duyup kalktılar. Annem bi bardak su getirdi. Onlara neler olup bittiğini anlattım. Büyük bir şaşkınlık ve üzüntüyle beni dinlediler ve teselli etmeye çalıştılar. Annem meyve suyu getirdi. Meğerse içine uyku ilacı atmış. İyi ki atmış. Yoksa mümkün değil uyuyamazdım. İlacın da etkisiyle çok geçmeden uyudum.

Sabah kalktığımda, her şeyin bir kabus olması için dua ediyordum. Ama değildi. İçimde, nedenini bilmediğim bir şekilde pişmanlık vardı. Sanki Gökçe’nin ölümünden ben sorumluymuşum gibi hissediyordum ve bu his, beni inanılmaz huzursuz ediyordu.

Aradan birkaç gün geçmişti. Gökçe’yi toprağa vermiştik. Ama içimdeki huzursuzluk, yerini giderek kuşkuya bırakıyordu. Çünkü Gökçe, asla intihar edecek biri değildi. Bir şeyler onu bu duruma getirmiştir diye düşünmeye başladım ve tüm gücümü toplayıp, ailesi ile görüşmeye gittim. Sinan amca ve Feriha teyze ile zaten tanışıyorduk. Hem başsağlığına gidecek, hem de aklımdaki sorulara cevap bulmaya çalışacaktım.

Feriha teyze beni kapıda görünce gözleri doldu ve bana sarıldı. Ağlamaya başladı. Yarasını deşmiştim ve bu durum beni çok üzmüştü. İçeri geçip oturduk. Elini, yüzünü yıkayıp geldi. Başsağlığı diledikten sonra, Gökçe’nin son günlerdeki durumundan biraz bahsettim. Hasta olup olmadığını sordum. Aldığım cevaplar karşısında şok olmuştum. Çünkü annesi, ne Gökçe’nin devamsızlıklarından haberdardı, ne de okula gelmediğinden. Gökçe her gün okula diye çıkıyor, okulun bitiş saatinde eve geliyormuş. Halbuki son 1 ay içerisinde neredeyse 25 gün okulda değildi. Herhangi bir rahatsızlığı yokmuş. Sadece son zamanlarda telefonla çok fazla meşgul olduğunu, bazen arkadaşlarından mesaj gelip çıktığını ve geldiğinde çok durgun olduğunu söyledi. Annesi ve babası, Gökçe’nin yorgun olduğunu düşündükleri için, üzerine gitmemişler.

Annesine, Gökçe’nin odasına bakmak istediğimi söyledim. Anılarımı tazelemek istediğimi ve bunun benim için çok önemli olduğundan bahsettim. Sağolsun beni kırmadı.

Gökçe’nin odasına girdim. Derli toplu duruyordu. Muhtemelen Feriha teyze toparlamış ve temizlemişti. Odasında ne aradığımı gerçekten bilmiyordum. Ama içimden bir ses, bakmam gerektiğini söylüyordu.

Yatağının yanında duran komodinin üzerindeki kitaplar dikkatimi çekti. Yatağın üzerine oturup, kitaplardan birini aldım. Jed Rubenfeld’in yazdığı ” Bir Cinayetin Psikanalizi ” isimli kitaptı bu. Diğerlerine baktım; Tess Gerritsen’in ” Cerrah ” isimli kitabı, Patrick Süskind’in ” Koku ” isimli kitabı, Jean-Christophe Grangé’in ” Şeytan Yemini ” isimli kitabı.

Kitapların ortak özelliği, tamamen cinayet üzerine kurgulanmalarıydı. Kitap okumak elbette güzel bir şey. Ama içinde bu kadar yaşama arzusu olan, kıpır kıpır genç bir kız, neden sürekli cinayet kitapları okusun ki? Buna anlam veremedim. Tam kitabı kapatıyordum ki, ön yüzünde bir sembol dikkatimi çekti.

Kara kalemle çizilmiş, ne olduğu belli olmayan bir semboldü bu. Diğer kitaplara baktım ve hepsinin ön yüzünde aynı sembol vardı. Telefonumla fotoğrafını çektim ve odadan çıktım. Feriha teyze ile vedalaşarak, oradan ayrıldım.

Eve geldim ve bilgisayarımı açtım. O sembolü araştırdım. Ama hiçbir şey bulamadım. Sadece tek bir kitapta olsa, karaladığını düşünecektim. Ama tüm kitaplarda aynı sembol olunca, aklıma ister istemez izlediğim filmler geldi. Acaba Gökçe gizli bir tarikata mı üye olmuştu? Ona büyü mü yapılmıştı? Yoksa tehdit mi ediliyordu? Kafamda milyon tane soru dolaşıyordu.

Akşam yemeği için annem seslendi. Aşağı indim ve sofraya oturdum Abim de gelmişti işten. Kendisi Asayiş Şubede komiser olarak çalışıyordu. Gökçe’nin davasıyla ilgili bir gelişme var mı diye sordum. O da bana bunun bir intihar olduğunu, görevli karakol ekiplerinin inceleme yaptığını ve dosyayı muhtemelen kapattıklarını söyledi. İlk bakışta her şey normal gibi görünüyordu. Peki neden ben hala huzursuzdum? Neden kafamdaki şüphelerden bir türlü kurtulamıyordum?

Yemekten sonra abimi odaya çağırdım. Ona aklımdaki şüpheleri söyledim. Gökçe’nin evinde gördüğüm kitaplardan ve sembolden bahsettim. Gülerek ” Sen çok film izliyorsun oğlum ” dedi. Aslında haklıydı. Çok fazla film izliyordum. Özellikle polisiye filmleri çok seviyordum. Cinayetler nasıl çözülüyor, ipuçları nasıl değerlendiriliyor, izler nasıl takip ediliyor, otopsi nasıl yapılıyor, adli tıp ne iş yapar gibi bir sürü konuya hakimdim. Belki de bu yüzden biraz paranoyakça davranıyordum. Ama beynimi kemiren şüphelerden ortadan kalkana kadar durmaya niyetim yoktu.

Abime, Gökçe’nin otopsi raporunun çıkıp çıkmadığını sordum. ” Ben ne bileyim olum, dosyaya ben bakmadım ki ” dedi. Öğrenip öğrenemeyeceğini sordum. İlk başta önemsemedi. Ama şantaj yapınca, mecbur yardım etmek zorunda kaldı. Şantaj dediğim de şu; Bir akşam annem, ben ve babam amcamlara gitmiştik. Abim çalıştığı için gelemedi. O gün ben de erken ayrıldım amcamlardan. Çünkü ertesi gün sınavım vardı. Eve geldiğimde, abimi bir kızla gördüm. O günden sonra bu konuyu hiç açmamıştım. Ama bugün ihtiyacım vardı.

Abim ertesi gün adli tıp raporuna ulaşmış. Gökçe’nin vücudunun çeşitli yerlerinde yanık izi olduğunu, sol omzunun üst tarafında bir dövme olduğunu söyledi. Dövme deyince, hemen aklıma kitaplarda gördüğüm o sembol geldi. Tam da düşündüğüm gibi olmuştu. Gökçe o sembolü, omzuna dövme yaptırmıştı.

Abime, Gökçe’nin telefon kayıtlarına bakmasını istedim. En sık kimlerle görüşmüş öğrenmeliydim. Bunu söyleyince adam delirdi. ” Yeter lan, seninle mi uğraşacağım ben ” diye bağırdı. Ona manâlı bir bakış attım ve peki sen bilirsin dedim. Sinirli bir şekilde başını sağa ve sola salladı ve ” Bu son olum ” dedi. Ben de tamam diyerek söz verdim.

Abi kozu bitmişti. Artık tek başımaydım. Abim bana 3 tane telefon numarası verdi. Son 1 ay içerisinde en fazla bu numaralarla konuşmuş dedi. Akıllı telefonlarda bir uygulama var. Numarayı yazıyorsun ve sana kim olduğunu gösteriyor. O uygulamayı indirdim ve numaralara baktım. Biri bizim sınıftan Leyla diye bir kız. Zaten Gökçe’nin en yakın arkadaşlarından biridir. Gerçi ben pek sevmem o kızı. Diğerinde ” Santcature ” yazıyordu. Sonuncusunda da ” Kitapçı Ferdi ” ismi vardı. Leyla’yı kafadan eledik zaten. Santcature ismini bulmak da neredeyse imkansızdı. Dolayısıyla Kitapçı Ferdi’den başladım.

Kitapçı Ferdi’yi bulmak çok zor olmadı. Çünkü Kadıköy’de toplasan en fazla 15 kitapçı vardır. İnternet sağolsun. Arama bile yapmadan adresini buldum ve gittim. Ona Gökçe’den bahsettim. Hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Ama hemen hatırladı.

Kitapçı Ferdi: Evet, o kızı hatırlıyorum. Haftada 2-3 kez gelirdi. Hatta sık sık telefonla arardı.
Ben: Neden arıyordu?
Kitapçı: İstediği kitapların gelip gelmediğini soruyordu sürekli. Geldi dediğimde, en fazla 1 saat sonra gelip kitabı alıyordu. Son 1 ayda neredeyse 30 kitap aldı.
Ben: Ne tür kitaplar alıyordu peki?
Kitapçı: Polisiye, cinayet, gizem, korku türünde kitap siparişi veriyordu sürekli.

Teşekkür ederek kitapçıdan ayrıldım. Deniz kenarına gittim ve bir çay söyledim. Kitapçının anlattıklarını düşünüyordum. Adam yaşlı, okumuş, kültürlü biriydi. Kimseye zarar verecek biri değildi. Bunları düşünürken birden dövme aklıma geldi. Neden dövmecileri dolaşmıyorum ki dedim kendi kendime. Hemen kalktım ve çarşıya doğru yola çıktım.

Bu sefer işim pek kolay değildi. Bütün dövmecileri dolaşmak çok zordu. Birçoğunun da internette adresi yoktu.

Birkaç gün boyunca dövmecileri dolaştım. Onlara, Gökçe’nin dövmesini gösterdim ve kendilerinin yapıp yapmadığını sordum. Maalesef hiçbiri hatırlamadı ya da onlar yapmamıştı. Yani sıfıra sıfır elde var sıfır.

Devam edecek….

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu